31 Mayıs 2013 Cuma

Yeni modalar...

Bazı zamanlar vardır, çaresizliğinizi daha çok hissedersiniz.. . İşte bu hissiyat içinde düşüncelerimi paylaşmak istedim..

Son günlerde Taksim Gezi Parkındaki olayları içim cızlayarak seyrediyorum. Bir kısım duyarlı insanın sadece doğayı korumak için maruz kaldığı sıkıntıyı gördükçe üzülmemek elde değil. Doğanın tahribinin sebebi ise oraya kapitalizmin bize en büyük armağanlarından biri olan süslü püslü allı pullu bir AVM yapılması..

Bu meselenin iki ciheti var; birincisi doğanın tahribi ile ilgili. Resulullah  'Hurma sizin halanızdır' diyip her ağacı akrabamız gibi benimsememizi istiyor. Efendimiz tarafından  “Kıyamet kopmaya başladığında birinizin elinde bir ağaç fidanı bulunsa, kıyamet kopmadan onu dikmeye gücü yeterse hemen diksin” sözlerine muhatap olan bizlerin tek bir ağacı incitirken bile vicdanımızın sarsılması gerektiğini düşünüyorum.

Meselenin öbür ciheti ise kapitalist zihniyetin bize dayattığı AVM modası…

“Boş bulduğunuz yere AVM açın.
AVM dikecek bir boşluk bulamadıysanız orada olanı yıkıp yerine AVM yapın.
AVM ile gençliğin isyanı ne alaka değil mi?
Hafta içi okul saatinde AVM'lere gidin bir bakın.
Oradaki karşılaşmayı bir görün. Parası olanlarla olmayanların karşılaşmasını. Mesela Bakırköy'e bir uzanın.
Gençlerin yüzündeki isyanı, öfkeyi, hasedi bir görün.
Aile terbiyesi mi dediniz?
Oysa ben size ne vakittir AVM terbiyesi diye bir şeyden bahsediyorum.
AVM terbiyesi evet. Y kuşağını, AVM terbiyesinin kodları ile düşünün”

diyor çok sevdiğim bir yazar.

Adım başı AVM açılıp insanlar binalara tıkıştırılıyor, süslü vitrinler vesilesiyle ihtiyacı olmamasına rağmen almaya teşvik ediliyor, zamanı geldiğinde ödenemeyen kredi kartları giderek büyüyen faiz yükü altında yüzlerce binlerce insan eziliyor.. Yuvalar yıkılıyor, intiharlar artıyor, depresyon hastalığı her yanımızı sarıyor... Düşünebiliyor musunuz kimi insanlar bunaldığında, içi sıkıldığında “alışveriş yaparak” kendini rahatlatıyor.. Ve en acısı da bunlar bize çok normalmiş gibi sergileniyor…  

Demek istediğim şu ki, AVM’lerin açılması gibi kapitalist adımlar hiç de görüldüğü gibi masum değil, bu adımların çok geniş bir etki alanı var; bize tüketim toplumu olmayı, bizim için aslında pekçoğu lüks olabilecek ürünleri ihtiyacımız haline getirerek bütçemizi sadece kendimize ayırmamızı, böylece infakı azaltmamızı sağlıyor… Zenginler zenginleşiyor, fakirler fakirleşiyor; bir taraftan birileri kendini koruması için yüz Mercedes kiralarken, öbür taraftan insanlar Allahın kendilerine verdiği rızkı zenginler vesilesiyle vermesine rağmen zengin onun hakkını vermediği için açlıktan ölebiliyor. Manevi değerler yok oluyor, üstünlük takvada olması gerekirken maddi kıstaslarda oluyor..

Hepimizin vatanının doğal güzelliklerini koruyan vatandaşlara katılamasak da, elimizden hiçbirşey gelmese de en azından dua edelim, Allah insanlara doğayı harap etmeyi nasip etmesin diye..

Çevremize karşı duyarlılığımızın ve bilincimizin artması duası ile…


30 Mayıs 2013 Perşembe

Bir Ayet Hakkında

Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.
Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

Nisâ Sûresi(4,58)

  
Bu ayetin nüzul sebebi Mekkenin fethindeki bir olaya dayanıyor. Kabenin anahtarları Osman b. Talha’nın elinde, o zamanlar o müşrik, anahtarları Peygamber efendimize vermek istemiyor, Hz. Ali ondan alıp Resulullaha veriyor, Resulullah Kabeye girip putları yıkıyor, sonra amcası Abbas Kabenin anahtarlarının ona emanet edilmesini istiyor. Eskiden hacılara su dağıtma işi de onda olduğu için her iki işi de üstlenmek istiyor. Ancak bu ayet nazil olunca Peygamber efendimiz anahtarı amcasına vermeyip geri Osman b. Talha’ya veriyor. Osman b. Talha da bu olaydan etkilenip şehadet getiriyor.

Bir tarafta hem Müslüman hem de öz amcası var, ama işi ehline verme gereği dolayısıyla bu görevi Müslüman dahi olmayan birine veriyor ve tek sebebi onun bu işin ehli olması.

Bu ayetin tefsirinde şöyle bir kısım var: “..kişinin kullanıp sahibine iade etmek üzere aldığı eşya emanet olduğu gibi, devletin hizmet makamları da emanettir, ilim,din,anlaşma, komşuluk hakları da emanettir….” Yani kısacası, bu olay genele yayılarak bize ve özellikle yöneticilerimize nasıl davranmamız gerektiğine dair ışık tutuyor.
  

Bunlar ışığında düşününce, hükümetin yaptığı bir kısım atamalar, ya da kurumlardaki bir kısım terfilerde iş eğer ehli olmayana, yani benim anladığım kadarıyla işi en iyi şekilde yapacak kişiye verilmiyorsa müsbet olduğu için ya da bunun dışında hangi sebeple terfiler yapılıyor olursa olsun, Kurana aykırı olmuş oluyor diye düşündüm… 

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Ortaya Karışık

Hz. Musa A.s Hergün halkın içine karışıp halkın dertlerini dinler ve Rabbine dua edermiş. Birgün yine Halkın içinde gezerken bir çift yaklaşmış ve Ya Musa; Bizim çocuğumuz olmuyor bize derman demişler, Musa A.s o gece Rabbinde dua etmiş. ve " Onların asla çocuğu olmayacak asla döl tutmayacaklar" cevabını almıs. Aradan yıllar geçmiş ve Hz. Musa a.s yine halkın içinde gezerken bu çifte rastlamış çiftin yanında birde çocuk varmış.
Ya Musa bizim çocuğumuz demiş çift.

Hz.Musa; Rabbim bu çift için asla çocuğu olmayacak demiştin bunun hikmeti nedir diyince Allah Cc. Ben onlar için, kesinlikle cocukları olmayacak dediğim halde onlar benden umudu kesmediler bu yüzden şimdi çocukları var" buyurdu.
--------

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Bir grup, Kitâbullah'ı okuyup ondan ders almak üzere Allah'ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah'ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce cemaatte anar.
----

Güzel seven bir ekmekçinin yanına iki kişi gelse, bir tanesi ihtiyar, bir tanesi de güzel bir delikanlı olsa.

İkisi de ekmek isteseler ekmekçi hemen bir somun kapıp al deri ihtiyara verir. Öbür boyu boyu güzel olana hemencecik ekmek verir mi? Onu geciktirir. Der ki: bir zamancağız bekle hele. Evde taze ekmek pişiriyorlar. O sıcak ekmek bir müddet sonra gelse bile yine hele otur der, helva da gelecek şimdi. Böyle , böyle onu geciktirir, oyalar gizli bir yoldan avlamaya başlar. Benim seninle bir müddet işim var. ey dünya güzeli, bekle hele der. İşte müminlerin iyiden kötüden bir murada hemencecik nail olamamaları iyice bil ki bu yüzdendir. 

----
Fatih, Ayasofya medresesi yapıldığında kendisi için bir oda istemiş. Öprenci ya da müderris olmadığı gerekçesiyle reddedilmiş. Sınava girmiş, kazanınca isteği yerine gelmiş.

10 Mayıs 2013 Cuma

Alıntılar...

Ahlak-ı Nebi kitabından..

Resulullah (SAV)'in koyunları vardı. Fakat koyunlarının sayısının yüzü geçmesini istemezdi, artış olursa fazla geleni keserdi.

Yanlışlıkla birine bir eziyet verecek olsa kendisinden kısas aldırırdı.

Bir kol etine davet edilse elbette icabet ederdi, kendisine bir paça dahi hediye edilecek olsa elbette kabul ederdi. 

Resulullah (SAV)'den ne istenilse mutlaka verirdi.

Uhud muharebesinde kendisi yaralanmış, alnı şerifi yarılmış ve mübarek dişi kırılmışken, sahabe-i kiram kendisinden kafirlere beddua etmesini istediklerinde,
"Ben lanetçi olarak gönderilmedim, lakin davetçi ve rahmet olarak gönderildim. Ey Allah! Kavmimi hidayet et, çünkü onlar bilmiyorlar" buyurdu.
Allah-u Teala'dan çok utandığı bilinmektedir...çocukluğunda Kabe'nin imarı için amcası Abbasla (RA)la taş taşımıştır. 
Bu esnada taşı peştemaline koyunca peştemali açılmış, peştemalini tekrar kapatıncaya kadar geçen kısa bir zaman içerisinde utancından bayılıp yere düşmüştür.

Bir kişinin mazereti geçersiz olsa bile, Resulullah (SAV) özür dileyenin mazeretini kabul ederdi ve;
"Kimin din kardeşi bir suçtan dolayı özür dilemek üzere kendisine gelirse, o kişi mazeretinde haklı da olsa haksız da olsa, o onun özrünü kabul etsin, eğer bunu yapmazsa Havz'ın başında benim yanıma gelemez" buyururdu.

Resulullah (SAV) kendisini davet eden herkesin yemeğine icabet ederdi, tanıdığı ve tanımadığı bütün Müslümanların cenazelerinde bulunurdu.

İnsanların en fazla tebessüm edeniydi. 

Çok sıcak yemek yemezdi ve:
"O bereketsizdir, o halde onu serinletin. Şüphesiz ki Allah bize ateş yedirmemiştir" buyururdu.

Resulullah (SAV) önüne gelen taraftan yerdi ve üç parmağıyla yerdi. Bazen dördüncü parmaktan yardım aldığı da olurdu. ama asla iki parmakla yemezdi ve 

"Şüphesiz o şeytan işidir" buyururdu.
Resulullah (SAV)'e bir kere içerisinde süt ve bal bulunan bir kap getirdiklerinde onu içmekten geri durdu ve:

"Bir meşrubat içerisinde iki şerbet ve bir kap içerisinde iki katık olursa, benim bunlara ihtiyacım olmaz. Ama ben bunları haram etmiyorum lakin dünya bakımından fazlalıkla övünmeyi ve bundan dolayı hesaba çekilmeyi kerih görüyorum. Ben bütün hallerimde Rabbim Azze ve Celle için tevazulu olmayı seviyorum çünkü kim Allah için tevazu gösterirse Allah onu yüksek eder" buyurmuştur.

Bir bedevi mescide girip idrar yapınca Resulullah (SAV) onun idrarını yarıda kesitrmek isteyen ashabını engellemek üzere:

"Siz ancak kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz, güçlük çıkarıcılar olarak gönderilmediniz" buyurdu.
O Arabi idrarını bitirince kısık sesle ona: 
"Mescidler ancak Allah için yapılmıştır, idrar için yapılmamıştır" buyurdu.

9 Mayıs 2013 Perşembe

Hadis: Kadında dört huy kemale erdiğinde...

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Bir kadında dört huy kemâle erdiği vakit, her türlü hayırlı huyda kemâle ermiş olur. Ben de onun cennet ehlinden olacağını ümîd ederim:
Birincisi: Beş vakit namazı vakitlerinde kılar, Allâhü Teâlâ'nın râzı olduğu ve ona itâat olan her husûsta kocasına itâat eder. Muhakkak kadının kıyâmet günü ilk suâl olunacağı şey namaz ve kocasının hakkı, kocasının ondan razı olup olmadığı ve kocasına itâat edip etmediğidir. Zira bu onun için senenin tamamını oruçlu ve her geceyi de namazda geçirmesinden daha hayırlıdır.İkincisi: Dilini yalan, iftirâ, gıybet, boş sözler ve nankörlük olan sözlerden korumasıdır. Kadının kocasına: “Senden hiç hayır görmedim” gibi sözleri nankörlüktür.Üçüncüsü: Zâhide olması; altın, gümüş, ipek elbise, övünme elbiseleri gibi dünyâ zînetine, süslerine rağbet etmediği gibi evinin eşyâsında da aşırıya gitmemelidir.Kadında bu huy kemâle ererse onun kıldığı iki rek’at (nâfile) namaz, dünyânın diğer bütün kadınlarının kılacağı bin rek’at (nâfile) namazdan daha fazîletli olur.Dördüncüsü: Başına gelen belalara ve karşılaştığı kıskançlık hallerine sabretmektir ki bunda onun için Allâh yolunda cihâd edenin mükâfatı vardır. "

7 Mayıs 2013 Salı

Bir hadis...

Ebu’d-Derda ile  Resulullah (a.s.m) arasında şöyle bir konuşma geçer:

- Ebu’d-Derda: Yâ Resulallah! Mümin hırsızlık yapar mı?- Resulullah (a.s.m): Evet bazen olabilir.
- Ebu’d-Derda: Peki, mümin zina edebilir mi?
- Resulullah (a.s.m): Ebu’d-Derda hoşlanmazsa de “Evet!”.
- Ebu’d-Derda: Peki, mümin yalan söyler mi?
- Resulullah (a.s.m): Yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur.” 

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Bir hadis hakkında

Geçenlerde kaşımıza çıkan şu hadis bize gösterdi ki şu anda belki ölmek yaşamaktan daha hayırlıdır, ama işte gel de bunu gaflet içinde boğulmuş nefsine anlat..

"Emirleriniz hayırlılarınız, zenginleriniz hoşgörülüleriniz, işleriniz aranızda danışmayla olduğunda yerin üstü sizin için yerin altından daha hayırlıdır. Ama emirleriniz şerlileriniz, zenginleriniz cimrileriniz, işleriniz kadınlarınızın elinde olduğunda yerin altı sizin için yerin üstünden daha hayırlıdır." 

30 Nisan 2013 Salı

Kısa Kısa..

Hak dostu kardeşlerimle bugünki sohbetimizden kısa notlar...

Efendimiz zamanında bir papaz Tebbet suresini dinledikten sonra hemen müslüman olmuş, ona sormuşlar neden diye. O da demiş ki Ebu Leheb sırf Muhammed (AS) i yalanlamak için da olsa müslüman oldum diyebilirdi, ama bu sure nazil olduktan sonra (yaklaşık 18 yıl daha yaşamış) bunu bile yapamamış, bu bile bu  ayetlerin doğruluğunu gösteriyor..

Mübarek bir zat namaz kılarken Tebbet suresini okurken bu sure beddua içeriyor başka bir sure okuyum diye düşünürken gönlüne bir ilham geliyor, bizim merhamet ettiğimize sen mi merhamet edeceksin...

Efendimiz peygamber olduğunda ilk müslüman olan Hz Hatice, sonra Hz Ali. Sonra Hz Ebubekir. Hz Ebubekir e Efendimiz ilk söylediğinde Hz Ebubekir in ilk söylediği şey "hayırlı olsun.."
----
Malayani konuşmakla ilgili

"Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka yahut bir iyilik yahut da insanların arasını düzeltmeyi isteyen (in fısıldaşması) müstesna. Kim Allah'ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz." (Nisa, 114)


Malayani sözün hududu şudur:

O sözü söylememekle bir sevap kaçırmış olmaz ve o sözü söylemeye bir mecburiyet bulunmaz.

---
Zühd, dünyada nefsani zevk ve arzularını yerine getirebilecek bir kudrette olduğu halde, kendi irade ve isteğiyle onlardan feragat etmek demektir.

25 Nisan 2013 Perşembe

Eyüp Aleyhisselamın kıssasına dair...

Dün Hak dostu kardeşlerimle sohbetimizde konumuz Eyüp AS'ın hayatı idi. Çok güzel ve sürükleyici bir öğle tatili geçirdik... Yeni şeyler öğrenmenin mutluluğu ve huzuru ile geçtim yine yazmaya... 
----
Eyüp AS ile ilgili ayetler:
(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyub'u da an. Hani o, Rabbine, "Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu" diye seslenmişti. (41) Biz de ona, "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su" dedik. (42)Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik. (43) Şöyle dedik: "Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma." Gerçekten biz Eyyûb'u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu! O, Allah'a çok yönelen bir kimse idi. (44)     [Sad suresi]
Eyyûb'u da hatırla. Hani o Rabbine, "Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin" diye niyaz etmişti. (83) Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik. Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik. (84)       [Enbiya suresi]
----
Hz.Eyyüb (a.s.), Hz. İbrahim(a.s.) soyundan gelen bir peygamber. İslâm kaynaklarına göre Havrân bölgesinde yaşayan ve çok zengin olup, sayısız malı-mülkü, birçok oğlu kızı bulunan Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber olarak gönderilmiştir.
Sabah-akşam ümmeti ve Allah’a ibadetle meşgul olan Hz. Eyyûb, Rabbinin bir imtihanına maruz kalmış, bütün servetini, çocuklarını kaybettiği gibi şeytanın kendisine musallat olması neticesinde kalbi ve dili hariç bütün vücudunda çıbanlar çıkmış, iltihaplı yaralar açılmış, yaralarına kurtlar dolmuş ve vücudu bozulup kokmaya başlamıştı, bu durumda kocasına hizmete sebat eden eşi “Rahmet” hariç hiç kimse onun yanına yanaşmadığından cemiyetten çekilmek mecburiyetinde kalmış, fakat hiçbir zaman sabrını ve Cenâb-ı Hakk’a bağlılığını kaybetmemiştir.
Karısı Rahmet köylerce onun karısı olduğunu saklayarak çalışıp onu desteklemiş. Eyüp AS'ın karısı olduğunu öğrendiklerinde onu kovmuşlar. Bir gün bir kadından iş isterken kadın onun saç örgülerinden birini istemiş. O da çaresiz olduğundan saç örgülerinden birini kesip vermiş, karşılığında ekmek alıp Eyüp AS'a getirmiş. O da karısını uzaktan gördüğünde saç örgülerinden birinin kesildiğini görünce onun kötü bir iş yaptığını düşünerek vallahi iyileştiğimde sana 100 sopa vuracağım diye yemin etmiş. Allahu Teala yeminini bozmasın diye ona Sad 44'teki çözümü ona öğretmiş.
Uzun yıllar bu sıkıntıya katlandıktan sonra vücudunda kalan iki kurttan biri kalbini biri de dilini ısırınca Rabbine dua etmiş. Allhu Teala da onu bu sıkıntıdan kurtararak o iki kurtu vücudundan çıkarmış. Vücudundan çıkan kurtlardan biri sülük olmuş diğeri arı olmuş insanlara şifa olmuş...
Farklı rivayetlere göre 3, 7, 13 veya 18 sene gibi epey uzun süren bu sıkıntılı dönemden sonra sabrıyla imtihanı kazanan Eyyûb (a.s.) Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ve emriyle ayağını yere vurmuş, fışkıran su kaynağından yıkanıp içerek eski sıhhati ve güzelliğine kavuşmuştur. Ayrıca kendisine yeniden birçok servet ve çocuk da ihsan edilmiştir.
----
Bir de buna dair Lemalar'da çok güzel bir kısım var, onu da bu kıssanın üzerine okumanın kıssadan hisse almak adına çok faydalı olacağını düşünüyorum..
Hz.Eyyüb’in vücudu bir çok yara içinde uzun müddet kaldığı halde, hastalığın büyük fayda ve mükâfatını bildiği için sabırla tahammül etmiş, daha sonra yaralarından çıkan kurtlar, kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i ilahiyenin yeri olan kalp ve lisanına iliştiklerinde, kulluk vazifesine zarar gelir düşüncesiyle, belki kulluk vazifesi için demiş: “Ya Rab! Zarar bana dokundu, lisanen zikrime ve kalben kulluk görevime zarar veriyor.” diye kurtuluş için Allaha yalvarmış, Cenab-ı Hak o halis ve safi, garassız, lillah için münacatı gayet harika bir surette kabul etmiş, sıhatı vermiş ve her türlü merhametine kavuşturmuştur.
BİRİNCİ NÜKTE: “Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’ın zâhirî yara hastalıklarının mukabili bizim Batıni ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünküişlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.
Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor. O münacat-ı Eyyübiyeye, o Hazretten bin defa daha ziyade muhtacız. Bahusus nasılki o Hazretin yaralarından neş’et eden kurtlar, kalb ve lisanına ilişmişler; öyle de; bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neuzübillah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar.
Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor. Meselâ: Utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melaike ve ruhaniyetin vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emare ile onları inkâr etmek arzu ediyor..5
Şu dar-ı dünya imtihan meydanı ve hizmet yeridir. Cenab-ı Allah insanı bir model yapmış, vücut libasını o model üstünde istediği gibi keser biçer, tebdil ve tağyir eder; çeşitli sıfatlarını gösterir. Örneğin Şafi ismi hastalıkları, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor… Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder. Eğer sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hatta bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer. Musibetlerin neticesi olan sevap ve mükâfat-ı uhreviye ve kısa ömrü, musibet vasıtasıyla uzun bir ömür hükmüne geçmesini düşünse sabırdan ziyade, şükreder.
Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı baki tevehhüm etmesiyle sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp hâl-i hazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar. Âdeta (hâşâ) Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekva edip sabırsızlık gösterir. Nasıl şükür, nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de şekva, musibeti ziyadeleştir.
“Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlahiyeye iltica edip feryat etmek gerektir.
Musibetlerin bir kısmı ihtar-ı rahmanîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki: Zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunane dönerler. Öyle de çok zahiri musibetler var ki; İlahî birer ihtar, birer ikazdır ve bir kısmı keffaret-üz zünubdur ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve za’fını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sâbıkan(geçmişte) geçtiği gibi o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbanîdir, bir tathirdir. Rivayette vardır ki: “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor, sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.“
…Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm münacatında istirahat-ı nefs için dua etmemiş, belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mani olduğu zaman ubudiyet (kulluk)için şifa taleb eylemiş. Biz, o münacat ile -birinci maksadımız- günahlardan gelen manevî ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için ubudiyete mani’ olduğu zaman iltica edebiliriz.
… Nasılki mübarezede müdhiş bir hasma karşı gülmekle; adavet musalahaya, husumet şakaya döner, adavet küçülür mahvolur. Tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.

16 Nisan 2013 Salı

Mesneviden



Bir budala, Hazret-i Isa ile yol arkadaşı oldu ve derin bir çukur içinde kemikler gördü. Dedi ki:
- Ey arkadaş söyleyip de ölüleri dirilttiğin o yüksek ismi bana da öğret ki ben de iyilik edeyim, ölülerin kemiklerini dirilteyim. Hz. Isa buyurdu:
- Sus, o senin yapacağın iş değildir, senin nefeslerine ve sözüne yakışmaz. Zira ism-i azamı okuyup ölü diriltmek birr ve takva sahiplerinin, nefeslerinden daha temiz, seyr ü amelde meleklerden fazla kavrayışlı bir nefes ister. Onun için de uzun zaman çalışmak lazımdır. Farzet ki, Hazret-ı Musa'nın asası senin elinde, fakat Musa'nın ellerindeki ma'nevi kuvvet nerededir? Budala adam.
- Madem ki ben o esrarı öğrenip okumaya layık değilim, o ism-i şerifi şu kemiklerin üstüne sen oku dedi. Hz. İsa buyurdu:
- İlahi! bu esrar nedir? Şu adamın bu husustaki ısrarı nedendir? Nasıl oluyor da bu hasta adam kendi tasasını çekmiyor? Nasıl oluyor da bu kişi kendi canının derdinde değil... Bu adam ma'nen ölmüş olan nefsini bırakmış da yabancı bir ölü için yama arıyor...
İsa aleyhisselam, o genç ve budala arkadaşının isteği üzerine kemiklerin üstüne Allah'ın ismini okudu Kudret-i ilahi o ham adamın isteği üzerine o kemikleri diriltti. Fakat o da ne? Kemiklerin ortasından siyah bir arslan sıçradı ve bir pençe vurup adamı öldürdü... Çabucak kellesini kopardı beynini akıttı. Ceviz içi kadar bir beyni vardı ki o kafada beyin yok demekti. İsa aleyhisselam arslana !
- Niçin bu adamı alelacele öldürdün, diye sorunca Arslan:
- O'na senin canın sıkıldığı için dedi... Yine Isa:
- Adamın kanını niçin içmedin deyince de.
- Taksim-i ezelide o kan bana rızık olmadığı için dedi... ve ilave etti:
- Ey Isa!.. bu av, yemek için değil, ibret göstermek içindi. Bu adamın parçalanması, saf ve berrak bir su bulup da o'na pisleyen merkeb'in cezasıdır. Eğer merkep o derenin kıymetini bilmiş olsaydı oraya ayağını sokmak değil, başını daldırırdı.
O adam senin gibi bir peygamberi ve hayat veren bir suyun sahibi olan Ruhullah hazretlerini bulmuşken, ey hayat suyunun sahibi "kün" emriyle bizi dirilt diye nasıl da ölmedi... O kemiklerin yerine beni dirilt diye yalvarmadı...
Ey insan!...
Aklını başına al da... Nefs köpeğinin dirilmesini isteme ki, o nefs çoktan beri senin düşmanındır. Ey kayayı görüp de insan zanneden ve eşyanın hakikatini göremeyen göz. Sen başkalarına mesela ölmüş akrabana ağlıyorsun. Onlar için yaş dökeceğine otur da kendin için ağla... Ağlayan buluttan ağaç dalları yeşerir. Mum da ağlamakla daha ziyade aydınlanır. Her nerede ağlıyorlarsa sen de orada otur. Zira ağlamaya sen onlardan çok muhtaçsın... 
Mesnevi C: 2

Riyazüz Salihin okumalarından derlemeler


Daha önce İmam Nevevi tarafından kaleme alınan çok kıymetli bir eser olan Riyazüz Salihin okumalarımdan aldığım notlarımdan birazını derledim. Devamı da gelir inşallah…

Allah peygamber efendimizle her an yaşayabilmeyi, her anımızda O'nunla soluk almayı, O'nun yoluna sıkısıkıya bağlanabilmeyi nasip etsin...
--
İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir misâlle ortaya koymuştur. Bu hadîs-i şerîfe göre kıyamet gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teâlâ ona ne yaptığını sorduğunda:
— Senin uğrunda çarpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak ona:
— Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
 Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.
— İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızânı kazanmak için Kur’an okudum, diyecek. Allah Teâlâ ona:
— Yalan söyledin. İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an’ı ise, güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Hadîs-i şerîfin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam” desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir.
--
—Bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batacaktır.”
Hz. Âişe der ki, bunun üzerine ben, Yâ Resûlallah, onların arasında ticaret için yola çıkanlar ve kötü niyetli olmayanlar varken niçin hepsi birden yere batacaktır? diye sordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
—“Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir” buyurdu.
Kâbe’ye bir kötülük düşünmeyen bazı suçsuz insanlar niçin yere batırılacaktır?
Bunun cevabı şudur: Öyle günâhlar vardır ki, onların cezası sadece yapanlara değil, o günâhın yapılmasına göz yuman kimselere de erişir. Şu hâlde her koyun kendi bacağından asılır, diye düşünmemeli, hadîs-i şerîfte haber verilen cinsten bir belâ ile karşılaşmamak için kötülüklere aslâ göz yummamalı, meydan kötülere bırakılmamalıdır. Şayet kötülere engel olunamıyorsa, onlardan süratle uzaklaşılmalıdır.
Hadisimizin hatırlattığı önemli konulardan biri, kötülerin yanında bulunmanın sakıncalarıdır. Bu sakıncaların en önemlisi, onların fenalıklarının tıpkı bir hastalık gibi etraftakilere bulaşmasıdır.
Ayrıca iyi kimseleri kötülerle birlikte görenler, kötülerin yaptığı fenalığın önemsiz olduğunu zannederler. Daha da beteri, fenaların başına gelecek ceza, hadiste belirtildiği gibi, onların yanında bulunanları da yakıp kavuracaktır. Şu âyet-i kerîme zâlimlerden uzak durma gereğine işaret etmektedir:
“Aranızdan sadece zâlimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının!” [Enfâl sûresi]
--
“Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaşa çağırıldığınız zaman hemen katılın.”
Bütün çabalara rağmen İslâm yurdundaki kötülere ve kötülüklere karşı başarı elde edilemiyor, dinin buyrukları yaşanamıyorsa, o takdirde hicret yine gündeme gelir. Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“Tövbe etme zamanı sona ermeden hicret etme zamanı da sona ermez. Tövbe ise güneş battığı yerden doğuncaya kadar devam eder” buyurmuştur.
--
Ebû Yezîd Ma`n İbni Yezîd İbni Ahnes radıyallahu anhüm -Ma`n de, babası Yezîd de, dedesi Ahnes de sahâbîdir- şöyle dedi:
Babam Yezîd sadaka vermek üzere yanına birkaç dinar aldı ve onları Mescid-i Nebevî de oturan birinin yanına koydu. Ben Mescid’e uğrayarak paraları aldım ve babama götürdüm.
Babam:
- Vallâhi ben onları sen alasın diye bırakmamıştım deyince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına giderek durumu arzettim.
Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
- “Yezîd! Sen niyet ettiğin sadaka sevabını kazandın. Ma`n! Aldığın para da senindir.”
&&
sadaka veren için önemli olan, parasını Allah yolunda harcamaya niyet etmesidir. Yaptığı yardım, sadaka almaması gereken birinin eline geçse bile, o, niyeti sebebiyle sevap kazanmış olur. Sadaka nâfile bir ibadet olduğu için, bir mü’min onu, kendilerine bakmak zorunda olduğu kimselere, meselâ babasına, dedesine, oğluna, kızına, hatta torununa verebilir. Ancak zekâtı, kendisine bu kadar yakın olanlara veremez.
--
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
İşlerinizde) orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiç biriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez.” Dediler ki:
– Sen de mi kurtulamazsın, ey Allah’ın elçisi?
– “Evet ben de kurtulamam. Şu kadar var ki Allah rahmet ve keremi ile beni bağışlamış olursa, o başka!”
--
Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve şöyle dedi:
– Ey Allah’ın elçisi! Hangi sadakanın sevabı daha büyüktür?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
– “Güçlü–kuvvetliyken, sıhhatın yerindeyken, cimriliğin üzerinde, fakir düşmekten endişe etmekteyken, daha büyük zengin olmayı düşlerken verdiğin sadakanın sevabı daha büyüktür. (Bu işi) can boğaza gelip de “falana şu kadar”, “filana bu kadar” demeye bırakma. Zaten o mal vârislerden şunun veya bunun olmuştur.”
--
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise, nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.”

* Bu hadis de ne kadar düşündürücü ve özlü bir hadis. “Zehir teneke kapla sunulmaz” atasözüyle ne kadar da uyum sağlıyor
--
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur” dedi:
“Her kim (ihlâs ile bana kulluk eden) bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harb ilân ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdetâ) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu korurum.”
--
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’dan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.”
 Bu hadîs-i şerîf kişinin önce sağlam bir müslüman, sonra da sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olması gerekliliğini vurgular. Çünkü bedenî yönde güçlü olan müslüman oruç, hac, cihad gibi ibadetlere güç yetirebileceğinden sevabı çok kazanması yönünden tabii ki daha hayırlıdır.
Müslüman başına gelen hadiselerde kendisini ihtimallere kaptırıp Allah’ın kazasına razı olmamak, kadere karşı çıkmak ve sonunda Allah’ı inkar etmek gibi kötü bir hale düşebilir. Gerekli tedbirleri aldıktan sonra başa gelen işlerde şöyle olsaydı böyle olurdu gibi sözlere hiç gerek yoktur. Müslüman bu durumda da bu iş Allah’ın takdiridir diyerek güçlü iradesini kullanır ve böylece güçsüz, iradesi zayıf mü’minlerden Allah’a daha hayırlı ve sevimli olmuş olur ve mü’min her hadise karşısında Bakara: 2/156 da belirtildiği gibi “Biz Allah için varız yani varlığımız Allah içindir sonunda da O’na döneceğiz” diyerek teslimiyetini, aciz ve zayıflığını ortaya koyup Allah’ın herşeyin üstünde güç ve kuvvet sahibi olduğunu hatırından çıkarmamalıdır.



12 Nisan 2013 Cuma

Hassasiyet...

Süleyman Sargın'ın bugünki köşe yazısından nefsimize çıkaracak büyük paylar var. Hassasiyetimizi artırmamız lazım. Şimdiki yaşam tarzımızı düşündüğümde  bu mantaliteye ne kadar da uzak olduğumuzu görmek çok acı.. Büyüklerimizin hassasiyetini idrak etmeye çalışırken tüylerim ürperiyor adeta... Mübarek Ebubekir hazretlerinin korkusunu görünce cahiliyetimin daha bir farkına varıyorum, o ki cennetle müjdelenmiş...Korku ile ümit dengesini tutturmaya çalışırken hep ümitten yana mı kullanıyoruz tercihlerimizi...

Ayrıca yazıyı okurken etkilendiğim Ebû Hanife Hazretleri’nin babası Sabit'in kıssasını da alıntılamadan duramayacağım: 

Haram lokmayla alakalı destansı hassasiyete sahip büyüklerimizden biri de İmam A’zam Ebû Hanife Hazretleri’nin babası Sabit’tir. O muhterem zatın harama karşı büyük bir hassasiyeti vardı. Onunla alakalı şöyle bir menkıbe anlatılır: Sabit bir gün abdest almak için bir dere kenarına gelir. Suda bir elma görür. Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yer. Bir süre sonra tükürüğünde kan görür. Şimdiye kadar böyle bir hale şahit olmadığı için tükürükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin eder. Yediğine pişman olur. Elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca yürür. Sonunda adamı bulur ve helallik ister.
 Adamın bunun için bir şartı vardır; “Benim kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var. Bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helal edebilirim.” der. Sabit Hazretleri, ahirete kul hakkıyla gitmekten tir tir titrediği için bu teklifi hemen kabul eder. Düğün hazırlıkları yapılır. Sabit Hazretleri’nin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir olur. Hemen kayınpederine koşup, “Bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok” der. Kayınpederi tebessüm ederek, “Evladım, o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allahu Teâlâ mübarek ve mesud etsin.” der. İşte bu evlilikten, yani böyle bir anne ve babadan İmam-ı A’zam Ebû Hanife Hazretleri dünyaya gelir.

11 Nisan 2013 Perşembe

Zikir

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi yine çok güzel bir makaleye imza atmış. Makaleden  birkaç alıntı:


Hak dostlarından Hüdâyî Hazretleri; koparmak için uzandığı bütün çiçeklerin kendi dillerince Hakk’ı tesbîh ettiklerini işitmiş ve hiçbirini koparmaya kıyamamış, neticede üstâdına ancak, sapı kırılmış olduğu için zikri bitmiş bulunan bir çiçeği takdim edebilmiştir.
Yani kâinattaki ilâhî nizam gereği, insanlar ve cinlerin dışındaki canlılardan zikri bitenin, ömrü de biter. Bu demektir ki, Allah Teâlâ’nın yarattığı bütün canlılar için hakîkî hayat; zikrin feyiz ve bereketiyle geçen hayattır. Dolayısıyla Allâh’ı unutan bir kalp, zâhiren yaşıyor olsa da, hakîkatte ölü demektir. Zikrin, kalpler üzerindeki bu hayâtî ehemmiyetine dâir, Sâmi Efendi Hazretleri de şöyle buyurmuşlardır:
“Hakîkî hayat sahibi, ancak kalbi diri olan kimsedir. Çünkü kalp, Beytullah’tır (nazargâh-ı ilâhîdir). Orada Allah muhabbeti ve zikri yoksa, o kalp ölüdür…”3
Gaflet ve kasvete müp­telâ bir kalbin en tesirli ilâcı, “zikrullah”tır. Nite­kim âyet-i kerîmede:
“...Bilesiniz ki kalpler, ancak Allâh’ın zikriyle it­mi’nâna (hakîkî huzûra) erer!” (er-Ra‘d, 28) buyrulmaktadır
--------
Allah Teâlâ’yı zikretmekten maksat, kalben O’nunla beraber olabilmektir. Yani dil, Hakk’ın es­mâ­sını telâffuzla meşgulken, gönül de bütün dikkatini Cenâb-ı Hakk’a teksif etmelidir. Zikrin feyz ve bereketine nâil olabilmek için; dilin söylediğini, gönül dili de tasdik ederek bunu dâimî bir şuur ve idrâk hâline getirmelidir.
Bu hâle ulaşan Hak âşıklarını, artık hiçbir fânî, nefsânî ve dünyevî meşgale Allah’tan uzaklaştıramaz. Bu yüzden, değil zikir esnâsında Allah’tan gâfil kalmak, dünyevî meşgaleler esnâsında dahî gönlü Allâh’a verebilmek, halk içindeyken bile kalben Hak’la beraber olabilmek, her mü’minin gönül ufkunda bulunması gereken ulvî bir hedeftir
--
 İmâm-ı Rabbânî Hazretleri bu hakîkati şöyle ifâde buyurmuşlardır:
“Vakitlerimizi dâ­i­mâ Cenâb-ı Hakk’ı zikretmeye harcamalıyız. Alış­veriş bile olsa, yüce şerîate uygun olarak yapılan her iş, zikir kabûl edilir. O hâlde bü­tün hâl ve hareketlerimizde şer’î hükümlere riâyet edelim ki, bunların hepsi zikir sayılsın. Zi­ra zikir, gafleti berta­raf etmektir. Ne zaman bütün fiillerimizde İs­lâ­mî emir ve nehiy­lere uyar­sak, işte o zaman emir ve nehiylerin sahi­binden gâfil kalma­mış ve O’nu dâimâ zikretmiş oluruz.” 
 --
İbadetler, belli bir zaman içinde edâ edilir ve biter. Lâkin kulluk dâimîdir. Bu hakîkatten gâfil kalan bir insan; güçlü, sıhhatli, rahat ve emniyet içinde olduğu zaman, kendini ihtiyaçsız görmeye, büyüklenmeye, duâ ve ibadet vazifelerini ihmâl etmeye ve neticede Rabbini unutarak haddini aşmaya başlar. Başı dara düştüğünde ise o mağrur tavrından eser kalmaz, âdeta ıslak bir kâğıt gibi zayıflık ve acziyet içinde kalır.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de insanoğlunun fıtratına ayna tutarak onun bu zaafını şöyle beyan buyurmaktadır:
“Gemiye bindikleri zaman, dîni yalnız O’na has kılarak (ihlâsla) Allâh’a yalvarırlar. Fakat onları sâlimen karaya çıkarınca, bir bakarsın ki, (Allâh’a) ortak koşmaktadırlar." (el-Ankebut,65) 

8 Nisan 2013 Pazartesi

En Az Güçlendirici Sendrom

Bambaşka birşey ararken çok önceden mailimde sakladığım bu yazıya rastladım. Güzel bir yazı, alınacak dersler var :)

Evin orasına burasına dağılmış kirli çamaşırlardan... Bir omlet uğruna muharebe alanına çevrilmiş mutfak manzaralarından... Randevu yerine sanki Yemen'den geliyormuşçasına geç kalmalardan... Anahtardan dosyaya, tıraş losyonundan cep telefonuna kadar ne kaybedilse, sizi sorumlu tutan tavırlardan... Uzun lafın kısası, tertipten, düzenden nasibini almamış, dağınık, aklı bir karış havada kocanızdan yorulup, sıkılıp, usandıysanız... "Bir mucize formül bulsam da şunu şöyle bir yeniden yaratsam." diyenlerin imdadına yetişen bir kitap ABD'de piyasaya çıktı. Tipik şikâyetler Kitabın yazarı, ABD'li gazeteci Amy Sutherland, ne bir ilişki uzmanı ne de evlilik danışmanı. Kendisinin, "Savsak kocanızı nasıl hayallerinizdeki ideal eşe dönüştürürsünüz?" tarzında, bir çeşit Güzin Abla haline geliş macerası hem komik hem ilginç. Amy'nin 12 yıllık evlilik geçmişlerine rağmen hâlâ âşık olduğu kocası Scott, pek çok hemcinsi gibi unutkan, dalgın, ihmalkâr, her yere geç kalmayı seven, kararsız ve değişken bir mizaca sahipti. Amy de kimi zaman homurdanarak, bağırıp azarlayarak kendince bir yol tutturdu. Ancak bütün bu serzenişleri işe yaramadı. Evlilik danışmanı da derdine çare olmadı. Tam umudunu kesmişken Meseleyi çözmekten umudunu kesen Amy'nin hayatı ve erkeklere bakış açısı, konuyla son derece alakasız bir proje sayesinde değişti. O dönemde egzotik hayvan eğitmenleri hakkında yazması gereken bir kitap vardı. Bu nedenle hayvanların yaşadıkları değişimi anlamak amacıyla Kaliforniya'ya gidip gelmeye başladı. Bu eğitimler sonucunda, sırtlanlar bir emirle tek ayakları üzerinde dönüşler yapıyor, pumalar tırnaklarını kestirmek için pençelerini uzatıyor, denizaslanları burunlarının ucunda top oynatıyor, babunlar kaykay kullanıyordu. Amy uzun eğitim süreçlerini izlerken, kafasında sihirli bir ampul yandı. Yırtıcı, egzotik yaratıklar bütün bu imkânsız hareketleri, davranış biçimlerini yapabiliyorlarsa; bu tekniklerin, evdeki bambaşka bir tür üzerinde de olumlu sonuçlar verebileceğini düşündü. Acı ama gerçek... Bu farklı tür, inatçı ama sevimli kocası Scott'tan başkası değildi. Film teklifleri aldı Amy Sutherland, bu garip deneyini ve kendince elde ettiği başarıyı ilk olarak 2006'da, The New York Times gazetesinde kısa bir makale olarak yayımladı. Makalesi o yılın, elektronik postayla en çok gönderilen hikâyesi seçildi. NBC'nin ünlü 'The Today Show'una konuk oldu. Hollywood'dan film teklifleri aldı, hatta bir tanesini kabul etti. Son olarak Şubat 2008'de 'Shamu Bana Hayat, Aşk ve Evlilik Hakkında Ne Öğretti? Hayvanlardan ve Eğitmenlerinden İnsanlar İçin Dersler' adlı kitabı piyasaya çıktı. Koca eğitiminin temel kuralları Olumlu davranışı takdir ettiğinizi belli edin. Kirli sepetine bir tek çorap bile atsa teşekkür edin. Hoşunuza giden bir şey yaptığında bir öpücükle, sevdiği bir yemekle, vs. ödüllendirin. Unutmayın! Tepkinin iyisi de kötüsü de davranışı körükler. Hoşunuza gitmeyen tavırları sabırla görmezden gelin. Sakın boşu boşuna dırdır etmeyin! İşe yaramaz. Azarlamak, bağırmak sadece erkeğin sıkıcı huylarını müzminleştirmeye yarar. Etrafa atılmış kirli çamaşır sadece kirli çamaşırdır. Kişisel olarak algılamayın! Kocanızı sizden çok farklı, bambaşka bir tür gibi kabullenin. Böylece objektif olabilirsiniz. Hatayı kendinizde de arayın. İşe yaramayan stratejileri değiştirin. İlgisini başka yöne çekin. Örneğin, mutfakta dolaşmaması için salona cips ve bira hazırlayın. Ders 1: Yaklaştır Amy'nin egzotik hayvan eğitmenlerinden öğrendiği temel ders, beğendiği davranışı ödüllendirmek, beğenmediğini ise görmezden gelmekti. Dırdır etmek, azarlamak söz konusu değildi. Kaliforniya'dan Maine'deki sıcak ama dağınık yuvalarına döndüğünde, Amy, Scott'a tamamen farklı davranmaya başladı. Örneğin, Scott çamaşır sepetine kirli tişört mü attı, hemen teşekkür etti. İkinci kirli çamaşır için öpücükle ödüllendirdi. Bu arada yatak odasının yerinde duran kirli yığınının üstünden, tek bir ters laf bile etmeden usulca geçip gitti. Zamanla fark etti ki Scott, Amy tarafından takdir edilmenin keyfini çıkarırken etraftaki kirli yığınları da küçülmeye başladı. Bu yöntemin adı 'yaklaştırma'ydı. Ders 2: Sabret Eğitmenin beğenmediği davranışlara en ufak bir tepki vermemesinin adı ise 'en az güçlendirici sendrom'. Zira pozitif ya da negatif herhangi bir tepki, davranışı körüklemekten başka bir işe yaramaz. Oysa hiçbir tepki verilmediğinde, o davranış biçimi zamanla yok oluyordu. İşte bu nedenle Amy kendini çok zor tutsa da hoşuna gitmeyen tavırlara kayıtsız kalmaya karar verdi. Ders 3: İmkânsız kıl Uyguladığı üçüncü teknik 'uyuşmaz davranış' kavramıydı. Bu yöntem, dikkati başka bir noktaya çekerek, istenmeyen davranışın yapılmasını engellemeye, mümkünse imkânsız kılmaya yönelikti. Amy bu tekniği kendisi yemek pişirirken Scott'ı mutfaktan uzak tutabilmek için kullandı. Ayağının altında dolaşmaması için salonun uzak bir köşesine bir çanak cips ve salsa sos koydu, parlak fikri tabii ki işe yaradı. Ders 4: Kişisel alma Dördüncü kural ise hataları asla kişisel olarak ele almamaktı. Eskiden Scott'ın münasebetsiz tavırlarını hakaret gibi ya da değer görmediğinin işareti olarak algılayan Amy, buna da son verdi. Eğitmenlerin mottosunu benimsedi: 'Hata hiçbir zaman hayvanda değildir.' Böylece kendi tepkilerini ve yanlışlarını da tahlil etmeyi öğrendi. Scott'ın kimi içgüdüsel tavırlarının köklü ve değişmez olduğunu kabullendi. Artık eskiye oranla, sivri uçları biraz daha yontulmuş bir kocası ve daha hoşnut olduğu bir evliliği vardı. Üstelik bu durumu anlayan kocası, üzerinde böyle bir teknik uygulanmasından hiç gocunmadığı gibi, taktiği kapıp Amy üzerinde denemeye başlamıştı.