Daha önce İmam
Nevevi tarafından kaleme alınan çok kıymetli bir eser olan Riyazüz Salihin
okumalarımdan aldığım notlarımdan birazını derledim. Devamı da gelir inşallah…
Allah peygamber efendimizle her an yaşayabilmeyi, her anımızda O'nunla soluk almayı, O'nun yoluna sıkısıkıya bağlanabilmeyi nasip etsin...
--
İyi niyete
dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların
Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir misâlle
ortaya koymuştur. Bu hadîs-i şerîfe göre kıyamet gününde ilk defa bir şehid
hakkında hüküm verilecek. Allah Teâlâ ona ne yaptığını sorduğunda:
— Senin uğrunda
çarpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak ona:
— Yalan söyledin.
Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü
sürüklenerek cehenneme atılacak.
Daha sonra
ilim öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı
sorulacak.
— İlmi öğrendim ve
öğrettim. Senin rızânı kazanmak için Kur’an okudum, diyecek. Allah Teâlâ ona:
— Yalan söyledin.
İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an’ı ise, güzel okuyor desinler
diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da yüz üstü
sürüklenerek cehenneme atılacak.
Hadîs-i şerîfin
devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah rızası
için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam” desinler diye malını
sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı
belirtilmektedir.
--
—Bir ordu Kâbe’ye
saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu
yere batacaktır.”
Hz. Âişe der ki,
bunun üzerine ben, Yâ Resûlallah, onların arasında ticaret için yola çıkanlar
ve kötü niyetli olmayanlar varken niçin hepsi birden yere batacaktır? diye
sordum.
Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
—“Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden
diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir” buyurdu.
Kâbe’ye bir kötülük
düşünmeyen bazı suçsuz insanlar niçin yere batırılacaktır?
Bunun cevabı şudur:
Öyle günâhlar vardır ki, onların cezası sadece yapanlara değil, o günâhın
yapılmasına göz yuman kimselere de erişir. Şu hâlde her koyun kendi bacağından
asılır, diye düşünmemeli, hadîs-i şerîfte haber verilen cinsten bir belâ ile
karşılaşmamak için kötülüklere aslâ göz yummamalı, meydan kötülere
bırakılmamalıdır. Şayet kötülere engel olunamıyorsa, onlardan süratle
uzaklaşılmalıdır.
Hadisimizin
hatırlattığı önemli konulardan biri, kötülerin yanında bulunmanın
sakıncalarıdır. Bu sakıncaların en önemlisi, onların fenalıklarının tıpkı bir
hastalık gibi etraftakilere bulaşmasıdır.
Ayrıca iyi kimseleri
kötülerle birlikte görenler, kötülerin yaptığı fenalığın önemsiz olduğunu
zannederler. Daha da beteri, fenaların başına gelecek ceza, hadiste belirtildiği
gibi, onların yanında bulunanları da yakıp kavuracaktır. Şu âyet-i kerîme
zâlimlerden uzak durma gereğine işaret etmektedir:
“Aranızdan sadece zâlimlere
erişmekle kalmayacak fitneden sakının!” [Enfâl sûresi]
--
“Mekke fethinden sonra
artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaşa
çağırıldığınız zaman hemen katılın.”
Bütün çabalara
rağmen İslâm yurdundaki kötülere ve kötülüklere karşı başarı elde edilemiyor,
dinin buyrukları yaşanamıyorsa, o takdirde hicret yine gündeme gelir. Zira
Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“Tövbe etme zamanı sona
ermeden hicret etme zamanı da sona ermez. Tövbe ise güneş battığı yerden
doğuncaya kadar devam eder” buyurmuştur.
--
Ebû Yezîd Ma`n İbni
Yezîd İbni Ahnes radıyallahu anhüm -Ma`n de, babası Yezîd de, dedesi Ahnes de
sahâbîdir- şöyle dedi:
Babam Yezîd sadaka
vermek üzere yanına birkaç dinar aldı ve onları Mescid-i Nebevî de oturan
birinin yanına koydu. Ben Mescid’e uğrayarak paraları aldım ve babama götürdüm.
Babam:
- Vallâhi ben onları sen alasın diye bırakmamıştım deyince,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına giderek durumu arzettim.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber şöyle buyurdu:
- “Yezîd! Sen niyet ettiğin sadaka sevabını
kazandın. Ma`n! Aldığın para da senindir.”
&&
sadaka veren için
önemli olan, parasını Allah yolunda harcamaya niyet etmesidir. Yaptığı yardım,
sadaka almaması gereken birinin eline geçse bile, o, niyeti sebebiyle sevap
kazanmış olur. Sadaka nâfile bir ibadet olduğu için, bir mü’min onu,
kendilerine bakmak zorunda olduğu kimselere, meselâ babasına, dedesine, oğluna,
kızına, hatta torununa verebilir. Ancak zekâtı, kendisine bu kadar yakın
olanlara veremez.
--
Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İşlerinizde) orta yolu tutunuz, dosdoğru
olunuz. Biliniz ki, hiç biriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez.” Dediler
ki:
– Sen de mi
kurtulamazsın, ey Allah’ın elçisi?
– “Evet ben de kurtulamam. Şu kadar var ki
Allah rahmet ve keremi ile beni bağışlamış olursa, o başka!”
--
Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve şöyle dedi:
– Ey Allah’ın
elçisi! Hangi sadakanın sevabı daha büyüktür?
Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
– “Güçlü–kuvvetliyken, sıhhatın yerindeyken,
cimriliğin üzerinde, fakir düşmekten endişe etmekteyken, daha büyük zengin
olmayı düşlerken verdiğin sadakanın sevabı daha büyüktür. (Bu işi) can boğaza
gelip de “falana şu kadar”, “filana bu kadar” demeye bırakma. Zaten o mal
vârislerden şunun veya bunun olmuştur.”
--
Ebû Hureyre
radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Cehennem, nefse hoş gelen
şeylerle kuşatılmış; cennet ise, nefsin istemediği şeylerle çepeçevre
sarılmıştır.”
* Bu hadis de ne
kadar düşündürücü ve özlü bir hadis. “Zehir teneke kapla sunulmaz”
atasözüyle ne kadar da uyum sağlıyor
--
Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur” dedi:
“Her kim (ihlâs ile bana
kulluk eden) bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harb ilân ederim.
Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle
bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile
ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de
(âdetâ) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı
olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu
korurum.”
--
Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kuvvetli mü’min, (Allah
katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her
ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış.
Allah’dan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım,
böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar”
de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını
açar.”
Bu hadîs-i şerîf kişinin önce sağlam bir
müslüman, sonra da sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olması gerekliliğini
vurgular. Çünkü bedenî yönde güçlü olan müslüman oruç, hac, cihad gibi
ibadetlere güç yetirebileceğinden sevabı çok kazanması yönünden tabii ki daha
hayırlıdır.
Müslüman başına
gelen hadiselerde kendisini ihtimallere kaptırıp Allah’ın kazasına razı
olmamak, kadere karşı çıkmak ve sonunda Allah’ı inkar etmek gibi kötü bir hale
düşebilir. Gerekli tedbirleri aldıktan sonra başa gelen işlerde şöyle olsaydı
böyle olurdu gibi sözlere hiç gerek yoktur. Müslüman bu durumda da bu iş
Allah’ın takdiridir diyerek güçlü iradesini kullanır ve böylece güçsüz, iradesi
zayıf mü’minlerden Allah’a daha hayırlı ve sevimli olmuş olur ve mü’min her
hadise karşısında Bakara: 2/156 da belirtildiği gibi “Biz Allah için varız yani
varlığımız Allah içindir sonunda da O’na döneceğiz” diyerek teslimiyetini, aciz
ve zayıflığını ortaya koyup Allah’ın herşeyin üstünde güç ve kuvvet sahibi
olduğunu hatırından çıkarmamalıdır.