12 Nisan 2013 Cuma

Hassasiyet...

Süleyman Sargın'ın bugünki köşe yazısından nefsimize çıkaracak büyük paylar var. Hassasiyetimizi artırmamız lazım. Şimdiki yaşam tarzımızı düşündüğümde  bu mantaliteye ne kadar da uzak olduğumuzu görmek çok acı.. Büyüklerimizin hassasiyetini idrak etmeye çalışırken tüylerim ürperiyor adeta... Mübarek Ebubekir hazretlerinin korkusunu görünce cahiliyetimin daha bir farkına varıyorum, o ki cennetle müjdelenmiş...Korku ile ümit dengesini tutturmaya çalışırken hep ümitten yana mı kullanıyoruz tercihlerimizi...

Ayrıca yazıyı okurken etkilendiğim Ebû Hanife Hazretleri’nin babası Sabit'in kıssasını da alıntılamadan duramayacağım: 

Haram lokmayla alakalı destansı hassasiyete sahip büyüklerimizden biri de İmam A’zam Ebû Hanife Hazretleri’nin babası Sabit’tir. O muhterem zatın harama karşı büyük bir hassasiyeti vardı. Onunla alakalı şöyle bir menkıbe anlatılır: Sabit bir gün abdest almak için bir dere kenarına gelir. Suda bir elma görür. Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yer. Bir süre sonra tükürüğünde kan görür. Şimdiye kadar böyle bir hale şahit olmadığı için tükürükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin eder. Yediğine pişman olur. Elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca yürür. Sonunda adamı bulur ve helallik ister.
 Adamın bunun için bir şartı vardır; “Benim kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var. Bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helal edebilirim.” der. Sabit Hazretleri, ahirete kul hakkıyla gitmekten tir tir titrediği için bu teklifi hemen kabul eder. Düğün hazırlıkları yapılır. Sabit Hazretleri’nin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir olur. Hemen kayınpederine koşup, “Bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok” der. Kayınpederi tebessüm ederek, “Evladım, o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allahu Teâlâ mübarek ve mesud etsin.” der. İşte bu evlilikten, yani böyle bir anne ve babadan İmam-ı A’zam Ebû Hanife Hazretleri dünyaya gelir.