Mutlu (ya da olması gereken) son ilahi aşkla biten bir hikayeyle bitmeli demiştim, çünkü beşeri aşk insanoğlunun nihai hedefi değil, bir araçtır, amaç ilahi aşka kavuşmaktır; beşeri aşk insanı huzura kavuşturmak bir yana, mutsuz ve huzursuz eder... Bununla ilgili en güzel açıklamaları daha önce okuduğum Mustafa Ulusoy'un "Aynalar Koridorunda Aşk" kitabından edinmiştim.
Ulusoy insanoğlunun çektiği tüm psikolojik sıkıntıların temelinde benlik kavramının yattığını anlatır kitabında... "yaşamı zorlaştıran, insanın sınırlarını bilmeyen benliğidir" der. İnsanın kendini kusursuz bir mükemmelliğe adama çabası kendi insanî zaaf, ihtiyaç ve eksikliklerinden uzaklaştırıyor, hayalî bir kusursuz varlığa ulaşmayı hedefliyor; mükemmel şeyler yapamadığını gördükçe kendine kızıyor, kendisinden soğuyor.. Hata yapma benliğin mükemmellik kriterine uymuyor. (Yani insan olduğumuzu unutup hırslanıyoruz, iyi de insanoğlunun yapısında hırs özelliği varsa ne yapalım? Bununla ilgili Mektubat'ta bir bahis var, şu konu kaynamasın da sonra ondan bahsedeyim..) Bu şekilde mükemmel olma çabası insanın narsist benliğinin bir oyunu... Diğer oyunundan ise şöyle bahseder; hayatını şikayet üzerine kurma, hayatı kendisine acıma haline getirme tutumu narsistleşmiş bir benlik oyunudur. Kendisine verilene şükran duyma yerine daha fazlasına hakkı olduğunu iddia eden narsistleşmiş benlik, varoluşun her halini bir tenkit unsuru haline getirir. Narsist benlik, kendisini Yaratıcıdan bağımsızlaştırmaya çalışarak, çekilen acıları O'na giden bir yola dönüştürmek yerine, kendisini yüceltmeye giden bir yola dönüştürür. Benlik bu yolla Yaratıcının insanın önüne koyduğu tüm varoluş olanaklarını hem hiçleştirir; bunu bir zavallılık, bir mahrumiyet konusu yaparak kendisine acır.
Bir insanın hayatının bir hiç olduğunu, gereksiz olduğunu hissetmesi insanın en temel acısıdır. Bunu düşünen ruh acı çeker, bir dayanak noktası arar. İnsanın aradığı dayanak noktası ya kendi içinde ya da kendi dışında olacaktır. Kendi dışındaki dayanak noktası ya kendi gibi aynı varoluş imkanına sahip diğer insanlar olacaktır, ya da tüm varoluşu yokluktan var kılan mutlak kudreti olan bir Yaratıcı... İnsanın kendi içindeki dayanak noktası yine kendisi olacaktır. Benlik kendisi dışında gerçekten kudretli, herşeye kâdir bir varlığı dayanak noktası kabul etmeyi reddeder. Kendisini dayanak noktası olarak seçecekse mükemmel olmalıdır. Zira, mükemmel olmayan bir varlık dayanak noktası olamaz. Gerçekte insan mutlak acizdir. Mükemmel olma çabası içerisinde her istediğinin gerçekleşmesini ister, engellenmeye tahammül edemez. İstedikleri olmadığında ise büyük öfke patlamaları yaşar...
Ve geliyoruz aşk sorunlarına...Aşk başkasını sevmek, başkasına bağlanmak olarak görülse de temelinde sevilmek, önemsenmek, değer bulma arayışı vardır. Karşılıksız sevenlerse fantazilerinde aşklarına karşılık bulurlar. Çünkü insan illa da önemsenmek, bir başka varlıkta anlam ve önem kazanmak ister. Bir başka varlığın içinde iyi bir yeri olduğuna inanmayan insanın aşkı biter. Aşkın bir diğer özelliği de sevilen kişinin yüceltilmesidir.Aşık olunan kişi, tüm insanî zayıflıklarından ve zaaflarından soyutlanarak kutsallaştırılır.
Yokluk, mutlak şer; varlık, mutlak hayırdır. (sanırım bu kısım mektubattaki bir bahisten esinlenmiş, ondan da sonra bahsedeyim) Yaratıcının insanı varetmesi, insana verdiği değerin mutlak ve sonsuz olduğunu gösterir. Çünkü varlık ile yokluk arasındaki fark sonsuzdur. İnsana sonsuz bir mesafe katettirilerek sonsuz bir değer verilmiştir. İnsan var edildiği an, bir kere mutlak değerli olmanın tadını da hissetmiştir. Hayat boyu arayacağı hep bu Mutlak Yaratıcının verdiği mutlak değer olacaktır. İnsanın ruhunu ancak mutlak değerli olduğu duygusu doyuracaktır. Yaratıcı ile ilişkilendirilmeyen hiçbir sevgi, hiçbir ilgi, hiçbir aşk insanı tatmin edemeyecektir...
Yani özetleyecek olursam; insanoğlu hayata geliş- yaşama amacını sorgularken kendine bir dayanak noktası-bir hayata bağlanma amacı seçer. Bu kimi zaman kendisi olur (bu durumda mükemmel olmaya çalışır, ama hayat her zaman istediğimiz yönde ilerlemeyeceği için buna ulaşamaz, ulaşamadıkça iç dünyası yıkıma uğrar, kendini sevmez, dolayısıyla çevresindekileri sevmez, Yaratıcıya kızar...), kimi zaman başka bir yaratılan olur (böyle olursa da hem ondan hep sevgi ve ilgi bekler, ama karşılığında alacağı şey hiçbir zaman mutlak sevgi olamayacağı için bu kişiyi asla tatmin edemez,bu yüzden hayalkırıklıkları yaşar). Sonuç olarak; insanın ruhu ancak Yaratıcının sevgisiyle doyuma ulaşabilir ve dolayısıyla insan ancak Yaratıcıya dayanırsa mutlak bir huzura erişir...