27 Mayıs 2009 Çarşamba

Kur'an Okumaları 1'den...

Kuranı Kerim'de pekçok peygamberin kıssaları anlatılır. Herbir kıssadan alacağımız ibretlik dersler vardır. Metin Karabaşoğlu da kitabında bu kıssalardan almamız gereken derslere yer veriyor...

*Meryem Suresinden;

Zekeriyya çok yaşlı bir peygamberdir. Hanımı da kısırdır. Çocukları yoktur. Zekeriyya A.S. görünürdeki tüm imkansızlıklara rağmen, gizli gizli Rabbine nida etmektedir. O'ndan, kendisine tevdi edilmiş nübüvvet görevini sürdürecek hayırlı bir evlat istemektedir. Ve bir gün Cebrail gelir, Zekeriyya'yı hayırlı bir çocukla müjdeler. Halık-ı Rahim tarafından çocuğun adı bile verilmiştir: Yahya. Yahya doğar, peygamber olur. Bu olay, Allah'ın hep belli yaştaki, belli özellikleri taşıyan anne-babalardan çocuk yarattığını gören bizlere, O'nun bu sebeplere mahkum olmadığını gösterir. Hikmet gereği herşeyi belli bir düzen içinde yaratan Kadir-i Mutlak, isterse ve hikmeti de iktiza ederse çok yaşlı bir baba ve kısır hanımını da çocuk sahibi kılabilir. Zekeriyya kıssası ile zihinlerimiz bu gerçeğe uyandıktan sonra, Meryem bahsine geçer. Bu kez kulu Meryem'i babasız bir oğulla müjdeler. Meryem, kısır teyzesi ile yaşlı eniştesinin bir evlat sahibi kılınışını görmüştür. Ama, babasız bir oğul denilince nasıl olur diye sorar, bana bir insan dokunmadı ve ben iffetli bir kimseyim. Cebrail, Meryem'e eniştesi Zekerriyya'ya dediğini tekrarlar: Dediğin gibidir der, ilave eder; Rabbin buyurdu ki bu işi yapmak Bana kolaydır. Bir zaman sonra İsa da doğar. Ortada yine sebeplerin acizliğini belgeleyen bir mucize vardır. Meryem iffetsizlikle suçlanır. Meryem'e nasıl böylesi kötü bir fiil işlediğini sorarlar. Meryem cevap vermez. Cebrail, kavminin bu sorularına karşılık Rabbinin savm(oruç) emrini bildirmiştir:
"Eğer insanlardan birini görürsen, de ki: ben Rahman olan Rabbime oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım."
Bu susmanın Kuran'da savm(oruç) olarak ifade edilişi orucun yeme içmeyle sınırlı olmadığı mesajını da taşır. Rabbi adına belli bir vakitte birşey yememek oruç olduğu gibi, belli bir zaman ve yerde susmak da oruçtur.
Hz. Meryem bu orucu tam anlamıyla tuttu, insanlara karşı konuşmadı. Eliyle, ben konuşmam, beşikteki bebek konuşsun diye işaret etti. Yeni doğmuş bebek cevap verdi: inni Abdullah. Muhakkak ki ben Allah'ın kuluyum. O bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı.
Hz. Meryem'im orucundan ders alalım; midemize oruç tuttururken, dilimize de "ya hak söyle ya sus" orucunu tutturalım ki gafletli hallerin habercisi olan gaflet sözlerinden uzaklaştıkça Rabbimizin güzel isimleri kulağımıza fısıldansın...

22 Mayıs 2009 Cuma

Sağırın Hasta Ziyareti

Dün Kurtlar Vadisinde Ömer Baba Mesnevi'den bir hikaye anlattı. Hikaye şöyle:

Bir gün anlayışlı yol, yordam, hal hatır bilen bir zat bir sağıra: "Komşun hasta" diye haber verdi. Bunun üzerine sağır düşündü ve kendi kendine: "Bu sağır kulaklarla komşumun sözünü anlamam mümkün değil, fakat yine de gitmek lazım gitmezsem olmaz." diye düşündü. Sonra kendi kendine şöyle dedi: "Hastayı ziyarete giderim ona: "Ey benim sevgili dostum nasılsın?" derim o zaman elbetteki "İyiyim, hoşum şükürler olsun." diye cevap verecek. Ondan sonra: "Ne çorbası yedin?" diye sorarım. O da: "Mercimek çorbası." diye cevap verecek o zaman ben de: "Afiyet olsun, dedikten sonra hekimlerden kim geliyor, seni kim tedavi ediyor?" diye sorarım. O: "Filan hekim." deyince: "O hekimin ayağı çok uğurludur, o çok usta bir tabiptir o geldi mi işin yolunda demektir. Biz de onu denedik neye elini sürerse, kimi tedavi ederse onun işi tamam demektir." derim. Sağır kafasında soruları ve cevapları kurarak komşusunu ziyarete gitti; selam verdi: "Nasılsın komşun?" diye sordu. Komşusu inleyerek: "Ölüyorum." dedi. Sağır daha önce düşündüğü ve tasarladığı gibi: "Çok şükür." deyince buna hastanın canı çok sıkıldı. "Bu ne biçim komşu, galiba benim kötülüğümü düşünüyor." diye düşündü. Tam bu sırada: Sağır devam etti: "Ne yedin?" diye sordu. Hasta kızgınlıkla: "Zehir!" dedi. Sağır sükunetle: "Afiyet olsun." dedi. Bunun üzerine hasta iyice sinirlendi, fakat sesini çıkarmadı, sağır devam etti. "Tedavi için hekimlerden kim geliyor?" dedi. Artık dayanamayan hasta: "Azrail geliyor!" diye bağırdı. Bunun üzerine sağır: "Ha o mu, onun ayağı çok uğurludur, artık üzüntüyü bırak sevin, neşelen." dedi. Artık hastanın üzüntüsünün sınırı yoktu, adeta kahrolmuştu. Sağır, komşuluk hakkını ödedim, hasta komşumun halini hatırını sordum diye sevinerek dışarı çıktı. Hasta bu sırada: "Bu adam benim düşmanımmış, kötülüğümü istiyormuş, bugüne kadar anlayamamışım." diye düşünüyordu.

Çok yakın zamanda bu hikayeyi okuduğumda bundan çıkarılması gereken ders nedir ki diye düşünmüştüm; cevabı Ömer Baba'dan aldım: Hikayeyi anlatmasının sebebi, Polat'ın hanımının sıkıntısına karşı "sağır" kesilip, sormadığı için sıkıntısı olmadığını düşünmesi idi. Sonuç olarak çıkarılan ders şudur; hikayedeki sağır gibi olup da başkalarının sıkıntıları olmadığını düşünerek dinlememezlik etme...

Haftasonu İstanbul

19 Mayıs'ı fırsat bilerek İstanbul'u biraz daha keşfetmeye karar verdik. Bu muhteşem şehre insan doymuyor, aynı yerlere ne kadar gitse de sıkılmıyor insan. Sanki Boğaz, köprüler, kız kulesi, ve denizin üstünden akisleri görünen minareler her defasında ayrı bişeyler fısıldıyor kulaklarımıza... Çok şükür ki, bu efsunlu şehir Türk topraklarında...

7 Mayıs 2009 Perşembe

Şu sıralarda uzuun zamandır okumak istediğim Necip Fazıl'ın gaye eserim dediği "Çöle İnen Nur"unu okuyorum. Üstadın farklı, sürükleyici üslubuyla o muhteşem hayat hikayesi birleşince ortaya güzel bir eser çıkmış... Her sayfası, her satırı, her harfi mühim olan kitabın hangi yerinden bahsetsem bilemedim. Daha sonra bir kısım yerlerinden bahsederim inşallah...